Merzifon, Türkiye (Bölüm III)

Her şey çok masum bir fotoğraf çekme hevesiyle başladı. Binanın ne olduğunu bile bilmeden duvar yazılarını incelemek için arka bahçesine girdim. Amacım güzel bir şey bulursam fotoğrafını çekip yoluma devam etmekti. Binaya yaklaşınca bazı camların kırık olduğunu fark ettim. Birinci kattaki pencerelerden kafamı içeri sokunca terk edilmiş bir yer bulduğumu anladım. Hemen duvarı takip ederek ön bahçeye doğru koşturdum. Ana caddeye bakan nizamiyeyi arkama alınca Merzifon Devlet Hastanesi'nin buradan taşınmış olduğunu gördüm. Önümdeki kapıya demir çubuklarla kaynak yapmışlardı, içeri giremedim. Biraz dolanıp başka bir kapı göremeyince kırık camlardan içeri atlamaya karar verdim. Elimi kesmeyecek şekilde düşmüş bir pencere bulunca hemen asılıp binaya daldım...






Kendimi bomboş odalar ve bomboş koridorlar arasında bulmuştum. İlgi çekici bir şeyler keşfetmek amacıyla sessiz sakin yürüdüm. Üst kattan çıtırtılar geliyordu. Okul çıkış saati olduğu için yaramazlık yapmak isteyen öğrencilerin odalardan birini işgal ettiğini düşündüm. Onlarla karşılaşmak istemiyordum. Kendimi belli etmeden gezime devam ettim. Her odaya girip hastane kalıntılarını arıyordum. Sadece toz, kırık cam parçaları ve 2009 yılına ait fotokopiler bulabildim. Çıtırtılar durmak bilmiyordu, mekanın sakinliği hafif bir ürpertiye dönüştü. Önümdeki odaya girmek için kapı kolunu çevirdiğimde yüzüme soğuk bir rüzgar vurdu. Ne olduğunu idrak edene kadar sırtım anlık bir soğuk terle kaplanmıştı. Bir boş odanın daha kapısını kapatıp sıradakine doğru ilerledim. Her kapalı kapı benim için bir bilinmezlik, bir ürperti kaynağıydı. Öğrencilerle mi karşılaşacaktım? Yoksa içeride tinerciler mi vardı? Birazcık merak, birazcık endişe ile ilerlemeye devam ettim...






Kırık camlardan binaya dolan rüzgar açık kapıları tamamen rastgele ve zamansız bir şekilde çarpıyordu. Her çarpan kapıyla irkilip sağımı solumu kontrol ediyordum. Acaba arkamda biri mi vardı? İlk baştaki hafif ürperti önce kendini endişeye sonra hafiften korkuya dönüştürmüştü. Bir sonraki kapı ise dehşet ve paniğin başlangıcı olacaktı. Küçük adımlarla ilerlemeye devam ediyordum. Yanımdaki odaya girmemle kendimi kaybetmem bir oldu. Bir elimle hemen kapıya tutundum, diğer elimdeki fotoğraf makinesini düşürdüm. Az önce tamamen sessiz olan odanın içinde duvarlara vuran, üzerime gelip geri çekilen, garip sesler çıkartan bir karartı vardı. Birkaç saniyelik kaos sonrasında kırık camdan çıkıp gitti. Boş odada dinlenen bir güvercinden korkmuştum...






Korku bir kez içime girince zihnimdeki kurgu da değişti. Artık aklımda farklı bir şeyler bulma arzusuyla yapılan bir gezi yoktu. Yavaş yavaş gerçeküstü bir dünyaya geçiyordum. Karşımdaki ameliyathane, doğum ve girilmez tabelaları beni başka şeyleri düşünmeye itiyordu. Şimdi öğrenciler ve tinerciler ihtimal dışıydı. Şimdi burada hayatını kaybeden ruhlar vardı. Sahi ya, ben bir hastanedeydim. Burada bir yerlerde bir morg vardı. Bina beni bir şekilde oraya yönlendiriyordu. Film karakterlerine oraya girme öleceksin diye bağırdığımız noktadaydım. Ama aynı film karakterleri gibi oraya girecektim. Kendimi kaybetmiştim, aklım değil bacaklarım beni kontrol ediyordu. Yavaş yavaş hastane içinde ilerlemeye devam ettim. Açtığım ağır kapı yere sürtünerek tam bir çığlık sesi çıkartıyordu. Burada acı çeken insanların çıkardığı sesler kulaklarımdaydı. Kapı arkamdan kapanırken aynı korkunç gıcırtı tekrar yankılandı. Hastanenin garip bir köşesindeydim. Odaların içinden büyüklü küçüklü başka odalara geçip duruyordum. Her yerde bordo renkli kumaş parçaları vardı. Binanın geri kalanının aksine bütün duvar boyaları soyulmaya başlamıştı. Giderek daha karanlık bir ortam oluşuyordu. Nihayet yolun sonuna gelmiştim. Çıkmaz odada duvara karşı bakıyordum. Öylece kalmıştım. Birkaç tane el izi ve her yere sıçramış bir madde bütün duvarı kaplıyordu. Son cesaretimle duvara yaklaştım, elimi izlerin üzerine koydum. Tam benim elimin ölçüsündeydi.




1 yorum:

  1. Harika bir hikayeydi ve heyecanla okudum.Devamını merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil