Edirne, Türkiye

Edirne'ye dersimi çalışıp gitmiştim. Görmek istediğim tam 76 tarihi bina vardı. Hepsini tek tek haritamda işaretledim. Musevi mezarlığı ve bir Bulgar kilisesini gezdikten sonra şehirdeki ilk urbex keşfim için tren yoluna doğru yürümeye başladım. Haritayı isabetli bir şekilde takip etmiş olacağım ki Evliya Kasım Paşa Camii ve yarısı yıkılmış minaresi 100 metre karşımda belirdi. Ama hazırlık yaparken uydu fotoğraflarında göremediğim korkunç bir ayrıntı vardı. Tren yolu baştan sonra 3 metrelik çitlerle çevriliydi. Üstünden atlamak konusunda tereddüt ettim, çitler yüksekti ve bir şekilde tırmansam bile üzerine çıktığımda tepesindeki dikenlere takılabilirdim. İsteksizce birkaç kez tutunup kendimi çekmeye çalıştım. Ayaklarımı takacak bir yer bulamadığım için bir türlü tırmanmayı beceremedim. Pes edip çitlerin hizasından yürümeye başladım. İlla ki bir yerlerde bir delik bulurum diye düşündüm. En kötü ihtimalle 1 km ötemde Tunca Köprüsü vardı, tren yoluyla kesiştiği noktada geçecek bir yer bulurdum elbet. Köprü istikametine doğru yürüdüm. Ama bir türlü umut ettiğim delikleri göremedim. TCDD çitleri Çin Seddi gibi karşımda duruyordu. Her 100 metrede bir umutsuzca tekrar çıkmaya çalıştım, alışık olduğum hüsran peşimi bırakmıyordu. Yan tarafımda belediyenin bir tesisini gördüm. Belki birileri yol gösterir diyerek içeri geçtim. Merhaba, kimse yok mu diye bağırışlarımın ardından üzerinde "meşk odası" yazan bir kapı açıldı ve uykulu bir görevli dışarı çıktı. Şaşkınlığımı hızlıca üzerimden atıp camiye nasıl gidebileceğimi sordum. Köprüye kadar yürümem gerektiğini öğrenince tekrar yola koyuldum. Nihayet köprüye ulaşıp çitlerin arka tarafına geçmeye başardım. Şimdi aynı yolu gerisin geri yürümek vardı. Hemen nehir kenarına inip hiç olmazsa manzaram güzel diyerek kendimi avuttum. Kuş cıvıltıları arasındaki terk edilmiş cami nihayet karşımdaydı...










Camiye gelmeden önce Tunca Köprüsü'nün çaprazında terk edilmiş güzel bir bina daha görmüştüm. Dönüş yolunda burayı da keşfetmek için içeri girdim. Eski gar binası kendi halinde duruyordu. Önce su kulesine çıkılabiliyor mu diye bir merdiven aradım. Bulamayınca gara girip sessizce gezindim. Garın alt katını çok karanlık bulup fenerim de olmadığı için girmeye cesaret edemedim. Aydınlık yerlerde dolanıp arka bahçesine geçtim. Bir motorsiklet, bir sarhoş adam ve bir yarı sarhoş kadın duvara dayanmış duruyorlardı. Beni görünce sarhoş adam sebepsiz yere mutlu bir şekilde selam verdi. Ben de yine sebepsiz yere gülümseyerek selamını aldım. Yarı sarhoş kadın, sarhoş adamı kolundan tutup girmeye çekindiğim karanlık bodruma götürdü. Olan bitene hiçbir anlam veremedim. 15 saniye içinde motorsikletle baş başa kalmıştık...














Edirne'deki bir diğer keşif noktam 50'lerin ortasında Musevilerin terk ettiğini düşündüğüm bir konak oldu. Çatısı, katları ve ön cephesi tamamen yıkılmış bu şaheser, beton binaların ortasında kaderine terk edilmiş bir halde duruyor. Çitlerin üstüne çıkıp bir sürü kesilmiş dal ve kalın elektrik kablolarının üzerinden atlayınca binanın yanına sokulmayı başardım. Ön duvar yıkıldığı için her yer tuğlalarla dolmuş. Bastıkça ayağımın altından kayıp durdular. Zemin sağlam gözükmediği için sadece duvar ve sütunların üstünde yürüyerek binanın ortasına kadar geldim. Yan tarafta sonradan yapıldığı belli olan bir eklenti vardı. Dar ve alçak bir koridora atlayıp içine girdim. Kırılmış bir tarihi televizyon, içki şişeleri arasında duruyordu. İçerisi havasız olduğu için fazla oyalanmadan çıktım. Kocaman bahçesiyle çok güzel bir konaktı burası. Keşke içinde yaşayabilseydim diye düşündüm....














Şehir etrafında gezintiye devam ettim. Bir diğer keşfim Saatli Medrese oldu. Fatih Sultan Mehmet'in eğitim gördüğü bu okul artık bir harabeydi. Bahçesinde otlar hatta fidanlar ve ağaçlar çıkmıştı. Yakındakilere soruşturunca buranın yeni restore edildiğini öğrendim. Restore edilmiş hali buysa, eski halini düşünemedim bile. Tarihi köprüleri gezmeye sıra gelince Gazi Mihalbey Hamamı'nın kalıntılarını buldum. Giriş kapısı çökmüş, ancak sürünerek girilecek bir açıklık kalmıştı. İçerisi de bütün yıkıntılarda olduğu gibi içki şişeleri ile doluydu. Kiralık bisikletimi kitleyecek bir yer olmadığı için dışarıda bırakmaya çekindim. Ben hamamı gezerken bisikleti kaptırırsam bütün gezim zehir olurdu. İçeri girmekten vazgeçtim. Karaağaç'a doğru pedal çevirdim. Yol kenarında tren mimarisiyle yapılmış küçük bir bina gördüm. Hemen bisikleti çevirip içeri daldım. Birkaç fotoğraf çekip Edirne'nin diğer güzelliklerini incelemek için tekrar yollara düştüm.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder